İlk host umuz (ev sahibimiz yani) Acton Central’da tek başına oturan Picot Castidy. Kendisi çok çok tatlı bir İngiliz hanımefendisi. Bize tertemiz, mis gibi bir oda verdi. Ispanaklı, peynirli bir yemek yaptı. Kuş sesleri içinde bahçeli evlerden oluşan bir mahallede harika bir yerde oturuyor.
Uzak diye korkmuştuk ama over ground (banliyö treni) ile 35-40 dakikada istediğiniz yere varıyorsunuz. Piko bize haritalar çizdi, bize annelik yaptı. Ayrıca son derece enerjik biri, bizimle publara da geldi, arkadaşlık da ettik. Türkiye’nin durumunu konuşmamaya çalıştık (Servas’ın başkanı Johnny ile servas.org web sitesinin İngilizceye çevirilerinde çalışmış, ben de web sitesi için testler yapmıştım. Johnny’ye de selamını ileticem Piko’nun. Dünya küçük.)
İkinci tanıştığımız Servas üyesi Alper Odabaşı oldu. Kendisi, Ankara’dan bizim liseden (Atatürk Anadolu Lisesi’nden (AAAL)) benimle aynı dönemden çıktı. Liseden kankam Barış’ın sitesinde selamlaştığımız bir çocuk vardı, o Alper imiş. Bizim yan sınıftan, F’lerden. Dünya yine küçük işte. Bizi underground gece hayatı mekanlarının olduğu Hackey Wick’e götürdü. Kanal kenarında bir pubda onla ve İspanyol kız arkadaşıyla sohbet ettik. Ben Alper’le doğal olarak lise muhabbeti yaptım.
Üçüncü Servas üyesi Fransız Marie Blanc. O da bir “day host”. Yani evi uygun değil ama tanışmak için uygun. Onunla Kilburn’da buluştuk. Tam bir esnaf lokantası tadında muhteşem bir Thai restoranına gittik. Ucuzdu ve porsiyonlar aşırı büyüktü. Ordan da bizi Victoria zamanından kalma bir pub’a götürdü. The Black Lion adı. Orası da müthiş. Siz de mutlaka görün. İçi ahşap oymalarla kaplı, içkiler ucuz. Ee ne de olsa burası Türkiye değil.
İkinci hostumuz ise İtalyan Francesca. Kendisi yine çok tatlı biri, tarzından çok belli olduğu şekilde kendisi bir doğa insanı ve son derece rahat ve samimi biri. Küçük oğlu İsaac ile yaşıyor. Bize salonlarını verdi. Bize midye haşlama ve patates kızartması yaptılar, after eigth verdiler. Evleri kraliçenin sarayının hemen yan sokağında. Minik bir ev ama her yere yürüyerek gittik. Her yer dediğim baya her yer, Covent Garden, Piccadilly, Soho, Oxford Street, Hyde Park, Victria Albert Müzesi, Nothing Hill, Victoria otobüs istasyonu. Sağolsunlar. Tabi İstanbul’da bize gelecekler.
Ve son Servas’lı dostumuzu da Nothing Hill’e yakın Queen’s Way metro istasyonu yakınında tanıdık. Kendisi bizi ağırlamak için uygundu ama biz Francesca’da kalmaya karar verince ona maalesef gelemiyoruz yazmıştık, o da o zaman mutlaka buluşalım demişti, biz de buluştuk. Kendisi de Angela. O da bir Alman ve bir Budist. İki adet kitabı var, biri Tibet yemekleri biri de Budizmin iyileştirme gücü ile ilgili. Onunla buluşmak için oturduğumuz cafede bir de ne görelim. Cafenin işletmecisi benim müzik grubu Ahmet Beyler’den basçının kankalarından Berkay! Hatta bir dönem ev arkadaşı da olmuşlardı. Ben de ordan tanıyordum. Bizim grubun videolarını da çekmişti Berkay, arkadaşı Yasemin de konserlerde bize konuk oluyordu. Bu da varan 3. Dünya biraz fazla küçük. Bu sefer fazla küçük geldi bize. Tabi Servas’ın da sayesinde!
Her yerde dostlarımız varmış. –bir kısmı eski dostlar da olsa – Bunu teorik olarak zaten biliyorduk da pratikte de görmek çok güzel oldu. Benim ilk couch sörfüm değildi ama ilk Servas yolculuğumdu. Herşey çok güzeldi. 2 gün kuralı da çok güzel. 2 günden fazla misafirlik sakat olabilir gerçekten de.
Herkesi Servas üyesi yapmaya niyetliyim. Birlikte gittiğimiz eşim Elif de benimle aynı fikirde.
Yaşasın Servas!
Eren Tokgöz